Niye bu kadar sıkıyorsun kendini? Yeni tanıştığın birine her şeyini
anlatmaz mısın? Ben karşıma çıkan ilk insana, bütün hayatımı
anlatabilirim.” “Neden?” “Nedeni yok. Yani bence yok. Doktora
sorarsan, manik döneminde olduğu için der ama palavra. Ben her
zaman böyleyim. Bizi samimiyetin hastalık olduğuna inandırmaya
çalışıyorlar. İnanınca, herkes gibi olunca, aptallaşınca iyileşiyoruz…
…küçükken kırmızı Vosvosları sayıp fal tutardı. Galiba gündüz
doksan dokuz tane kırmızı Vosvos sayıp, gece de yatmadan on
tane yıldız sayarsan dileğin gerçekleşiyormuş. Ne acayip bir fal,
şimdi kimse tutamaz, kırmızıyı bırak, o kadar Vosvos kaldı mı yollarda?
Dersimiz kasvet konumuz Ankara. Ayrancı, aşağı ve yukarı olmak üzere ikiye ayrılan bir semtimizdir. Burada temiz kalpli, munis insanlar yaşar. Aşağı olsun yukarı olsun bütün Ayrancılılar telefon faturalarını vaktinde yatırır, askerlikten kaçmak için açık öğretime yazılmaz ve kesinlikle ironiden anlamazlar… Esat, küçük ve büyük olmak üzere ikiye ayrılan, şirin bir semtimizdir. Burada aşk acısı çeken sempatik insanlar oturur. Bu semtimizin bir diğer özelliği de sınırlarının… belirsiz olmasıdır. Bu yüzden pek çok Ankaralı, Esat‘ta oturmadığı halde kendini Esatlı zanneder… -Şule, Jale, Selma ya da Berna-
Behzat Ç., ertesi gün, Ankara il sınırlarının sonuna doğru, Ayaş’a yaklaşırken rahat bir nefes alınca anladı bunu. Aslında bütün kent, insanların diri diri gömüldüğü bir tabuttu. Farklı olan ebattı, yoksa mantık üç aşağı beş yukarı aynıydı. Senin için ayrılan hava bitince ölüyordun, bir daha gömüyorlardı...
Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan
hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim…” Rakel Dink.
23 Ocak 2007, Hrant Dink‘e Veda Konuşması’ndan…
Behzat Ç. gibi Ankara'da doğup büyüyen bir adamın duyup duyabileceği bütün sıkıntıların mimari karşılığı Ankara Adliyesi'dir.Kafka burayı görseydi, "Adamlar yapmış," deyip yazarlığı bırakırdı.
Emrah SerbesTags: ankara
Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?”
“Hangisini?”
“Otomatik yanan, sensörlü lamba.”
“Hayır.”
“Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.”
Önüme baktım.
“Neden kırdın?”
Cevap yok.
“Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…”
“Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?”
“Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.”
“Beni görünce yanmıyordu baba.”
“Nasıl ya?”
“Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.”
“E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.”
“Hadi ya! Sahiden mi?”
“Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.”
Babama sarıldım yıllar sonra.
Ben mutsuzluğa karşıyım,” dedim.
“Neden?”
“Çok fazla mutsuz insan var.
Tags: erken-kaybedenler
Deniz kenarında yapılan her şeye kumdan kale deniyor lakin bizimki bir vakitler kumdan kale olan bir yapının harabesine benziyordu daha çok. Tarihi görkemini çoktan yitirmiş bir kumdan kale. Surlarında kumdan berduşların şarap içtiği, dibine kumdan köpeklerin işediği, her yeri kumdan çöplerle dolu, yolunu şaşırmış birkaç kumdan turistin gördüklerine göreceklerine pişman oldukları bir kale işte.
(Denizin Çağrısı / Erken Kaybedenler)
İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.
Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.
Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın.
Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.
Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.
Tags: afilli-filintalar
-Öğretmen zararlı olmasın dedi.
-Kitabın zararlısı mı olur?
-Bilmiyorum işte, zararlı olmayacakmış.
-Onun gibi öğretmenin ta amına koyayım!
« first previous
Page 2 of 4.
next last »
Data privacy
Imprint
Contact
Diese Website verwendet Cookies, um Ihnen die bestmögliche Funktionalität bieten zu können.